24 Ağustos 2012 Cuma

Kürk Mantolu Madonna




"Sonra, bir şey arıyormuş gibi gözlerini yüzümde gezdirerek:
"Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.
"Ne gibi?"
"Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki...."
"Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."
"Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "Hasta bir köpek kadar yalnız..." 


"Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? sırf böyle en tabii hakları imiş gibi insandan birçok şeyler istedikleri için... beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil... erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki... kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini farketmemek için kör olmak lazım. herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçemiyorlar. bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek... biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey veremeyiz... ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum." Maria Puder

''bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.''

"İnsanlar birbirlerini ne kadar iyi anliyorlardi... bir de ben bu halimle kalkip başka bir insanin kafasinin icini tahlil etmek, onun düz veya karışık ruhunu gormek istiyordum. Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. nicin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hukum verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? nicin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafi hakkında soz soylemekten kacindigimiz halde ilk rast geldigimiz insan hakkinda son kararimizi verip gonul rahatiyla oteye geciveriyoruz? "

"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum." dedi. "bu eksiklik sana değil, bana ait...bende inanmak noksanmış... beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için sana aşık olmadığı zannediyormuşum... bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar.... ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın. seni seviyorum. deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... seni istiyorum...içimde müthiş bir arzu var... bir iyi olsam!" 


 "hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim."

"bir insana bir insan herhalde yeterdi. fakat o da olmayınca? her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tem bir vehim olduğu ortaya çıkınca ne yapılabilirdi? bu sefer inanmak ve ümit etmek kabiliyetini ben kaybetmiştim. içimde insanlara karşı öyle bir itimatsızlık, öyle bir acılık peyda olmuştu k,, bundan zaman zaman kendim de korkuyordum. kim olursa olsun, temasa geldiğim herkesi düşman, hiç değilse muzır bir mahluk telakki ediyordum. seneler geçtikçe bu his kuvvetini kaybedeceğine şiddetlendi. insanlara karşı duyduğum şüphe, kin derecesine çıktı. bana yaklaşmak isteyenlerden kaçtım. kendime en yakın bulduğum veya bulacağımı zannettiğim insanlardan en çok kaçıyordum. “o bile böyle yaptıktan sonra!..” diyordum…"

"bir şey noksandı, fakat bu neydi? evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu farkederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm."


"hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden herşeyi bırakıp kaçarlar. "


"dünyada bir tek insana inanmıştım. o kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. ona kızgın değildim. ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. ama bir kere kırılmıştım. hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. sonra, aradan seneler geçtiği halde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum."


"...insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar..." 

3 Mayıs 2012 Perşembe

Annie Hall



"Adamın biri doktoruna gider ve 'Doktor, kardeşim fıttırdı kendini tavuk sanıyor' der. Doktor da 'Getirseydiniz ya, tedavi ederdim' der. Adam şöyle der 'Evet ama doktor, yumurtaları çok işime yarıyor.' Galiba bende insan ilişkilerinde aynı şeyi hissediyorum. Akıldışı, mantıksız hatta saçma olduklarını bilseniz bile sürdürmeye çalışıyorsunuz. Çünkü hepimizin yumurtalara ihtiyacı var." 

4 Nisan 2012 Çarşamba

La Vie En Rose ve Edith Piaf

Yönetmen: Olivier Dahan
Oyuncular: Marion Cotillard, Jean-Pierre Martins, Gerard Depardieu
Yapım: Fransa
Yıl: 2007
Tür: Biyografik, Dram, Müzik
Süre: 140 dk.




"Ünlü fransız şarkıcı Edith Piaf'ın hayat hikayesini çocukluğundan başlayarak anlatır La Vie En Rose filmi. Sadece bir şarkısını bilmeme rağmen, sanki  yıllardır Edith Piaf dinlemiş, tüm şarkılarını ezbere bilen birinin hayranlığıyla bitirdim filmi ve hemen ardından şarkılarını dinlemeye başladım.  Her şarkısı sanki yeni bir şey keşfediyormuş hissi verir. Hiç bilmediğim bir ülkenin yerel bir yemeğini yiyormuş gibi hissettim. Özellikle Fransızca müziğe yabancı birisi olarak çok çok farklı ve güzel. Sadece müzikal bir biyografik film değil yoksul, zorlu ve acı bir hayat yaşamış Edith Piaf'ı izliyoruz. Süper ötesi oyunluğunu ile Marion Cotillard müthiş iş başarmış. Daha önce "Cesaretin var mı aşka?" filminde görmüş çokta dikkatimi çekmeyen bir oyuncuyken bu filmden sonra takip listeme almış bulundum. Öyle bir oyuncu ki ne zaman "Non,  Je ne regrette rien" şarkısını dinlesem filmde onu söylerken ki yüz ifadesi gelir aklıma. Edith Piaf'tan daha Edith Piaf olmuştur. Ayrıca Gerard Deperdieu'u az da olsa görmek güzeldi."




Edith Piaf
(1915 - 1963)


Amerikan bir gazeteci ile yaptığı röportajı sırasında:

- Bir kadına öğüt verecek olsaydınız bu ne olurdu?
- Sev
- Bir genç kıza?
- Sev
- Peki bir çocuğa?
- Sev





MusicPlaylistView Profile
Create a playlist at MixPod.com

26 Mart 2012 Pazartesi

Sinek Isırıklarının Müellifi


Yazar: Barış Bıçakçı


"İstanbul'da insanların tek amacı İstanbul'un tadını çıkarmak gibi görünüyor. Avına dişlerini geçirmeye çalışan yırtıcı hayvanlara benziyorlar. Ankara'ya istesen de dişini geçiremezsin, bir sürü üst geçit  var." S.24

"Ölü bir kelebek oldum bekliyorum, hafif bir esintide canlı gibi kımıldıyorum." S.27

"Dünyamızda alışılmışın dışındaki her şeyin açıklanması gerekir ve bu hiç de masum bir gereklilik değildir. Açıklama yaparsınız, neden gösterirsiniz, makul gerekçeler sunarsınız, sonra bir de bakmışsınız tam da sizden açıklama bekleyenlerin dilini kullanıyorsunuz, kendi dilinizi değil. Birilerine açıklama borçluysanız borcunuzu daima kendi dilinizi harcayarak ödersiniz." S.27

" Aforizma modern insanın kullandığı bir ağrı kesicidir. Hiç olmanın ağrısını dindirir. Sonra ağrı yine başlar." S.39
"Önemsiz şeylerin, tali duyguların üzerinde gidiyor hayat, sanki önemli bir yere varacakmış gibi bütün gücüyle bütün hızıyla gidiyor." S.90

"Ahlak hiçbir zaman cankurtaran olmadı, o hep ayağa bağlanan bir taştı. Doğrudan dibe gidersin, doğrudan." S.96

"Cemil kıza her baktığında gözlerini kamaştıran bir güzellik buluyordu ama gözlerini dinlendiren bir iyilik bulamıyordu." S.113

"Zaten bu dünyada çoğunluğu, herkesin kendisine hayran olduğunu düşünenler ile kimsenin kendisini sevmediğini düşünenler oluşturur, geri kalanlar ise Vüsat O. Bener okurudur."  S.114
 

24 Mart 2012 Cumartesi

Acımak/Stefan Zweig


"İnsanın gerçekten hissettiği bir yakınlık duygusu, istediği zaman prize sokacağı yahut çıkaracağı bir elektrik kontağı değildir ve başka birinin kaderiyle ilgilenmek, özgürlüğümüzün bir parçasını da elimizden alır."  S.65

"Alçak ruhlu insanlar bir prensin muazzam bir talihi olmasını hoş görürler de, kendileriyle zincire vurulmuş kimselerin en ufak bir hürriyet etmesini hazmedemezler." S.132

 "Perdeleri kapalı, karanlık bir odada bulunan bir adam gibiydim. Perdeler birden açılıp içeriye güneşin göz kamaştırıcı ışıkları dolunca sendelemiştim." S.151

"Merhamet duygusu iki tarafı keskin bir kılıç gibidir. Onu kullanmasını bilmeyen vazgeçmelidir bu işten. Tıpkı morfin gibi merhamet de başlangıçta hastaya iyi gelir, onu yatıştırır, bir ilaç gibidir adeta. Ama dozunu kaçırdınız mı ya da frenlemesini beceremediniz mi, merhamet öldürücü bir zehir haline geliverir." S.189

"Umutsuz bir şekilde seven kimse bir an gelir ki ihtirasını dizginleyebilir: Çünkü o yalnız acı çeken değil, çektiği acıyı yaratan kimsedir. Bunu başaramasa demek ki kendi hatası yüzünden acı çekmektedir." S.224

"Neden acaba en aptal insanlar daima merhametlidir." S.246

"...ama o andan beri biliyordum ki, insanın vicdanı hatırladığı sürece, hiç bir hata unutulmuş değildir." S.360 


 
 
 


 

17 Mart 2012 Cumartesi

Düşler, Tutkular & Suçlar (2003)




Orjinal Adı: The Dreamers
Yapım Yılı: 2003
Tür: Dram
Süre: 1 sa. 55 dk.
Yapım: Fransa, İngiltere, İtalya
Yönetmen: Bernardo Bertolucci
Senarist: Gilbert Adair
Oyuncular: Michael Pitt, Eva Green, Louis Garrel



"Öğrencilerin sesini yükseltmeye başladığı, o ünlü 68 Baharı'ndayız. Isabelle ve erkek kardeşi Theo, bohem aileleri tatilde olduğu için Paris'te yalnız kalmışlardır. Matthew isimli Amerikalı bir öğrenciyi evlerine davet ederler. Üçünün de ortak özelliği ise filmlere olan düşkünlükleridir. Zamanla, konukla aralarındaki ilişki tutkularının peşinden cinselliği tüm yönleriyle keşfedecekleri arzu dolu bir oyuna dönüşür. Dışarıda ise devrim sesini çoktan yükseltmeye başlamıştır."


"Ben en açgözlülerdendim. Hani şu ekranın dibinde oturanlardan. Neden bu kadar yakın? Belkide görüntüler ilk bize ulaşsın diye. Hâlâ yepyeniyken, hâlâ tazeyken. Arka sıralara atlamadan önce temizken, seyirciden seyirciye, koltuktan koltuğa yansıyarak sonunda bir pul boyutuna projeksiyon odasına dönmeden. Belki de perde gerçek bir perdeydi, dünyayla aramıza çekilmişti."

"Beni iyi dinle, dünyayı değiştirmeden önce onun bir parçası olduğunu kabul et. Böylece dışarıdan durup bakamazsın."

" -  Bence şanslısınız. Keşke benim ailem de böyle olsaydı.
  – Başkalarının aileleri her zaman çok daha iyidir. Ve her nedense büyükanne ve    büyükbabalarımız her zaman en iyisidir.
 - Bu kesinlikle doğru, daha önce aklımıza gelmemişti."

"Film yönetmeni bir bakıma röntgenci gibidir. Kamera sanki anne babanın yatak odasının anahtar deliği. Onları gözetliyorsun, iğrenç bir şey. Suçluluk duyuyorsun. Ama yine de bakmadan edemiyorsun. Bu filmleri suç, yönetmenleri suçlu yapıyor. Yasadışı olmalıymış gibi."


SOUNDRACK: 
1.Third Stone From The Sun - Jimi Hendrix
2.Hey Joe - Michael Pitt & The Twins Of Evil
3.Quatre Cents Coups (Score From "Les Quatre Cents Coups") - Jean Constantin
4.New York Herald Tribune (Score From "A Bout De Souffle") - Martial Solal
5.Love Me, Please, Love Me - Michel Polnareff
6.La Mer - Charles Trenet
7.Song For Our Ancestors - Steve Miller Band
8.The Spy - The Doors
9.Tous Les Garçons Et Les Filles - Françoise Hardy
10.Ferdinand (Score From "Pierrot Le Fou") - Antoine Duhamel
11.Dark Star (Exclusive Band Edit) - Grateful Dead
12.Non, Je Ne Regrette Rien - Edith Piaf


MusicPlaylistView Profile
Create a playlist at MixPod.com

12 Mart 2012 Pazartesi

Take Shelter (2011)


"Görünüşte mutlu bir aileye ve herşeyi alaşağı edecek bir sırra sahip bir adam hakkında derin ve ürkütücü bir inceleme... Sığınak, hem bir gerilim filmi hem aile draması hem de doğaüstü bir korku filmi. Üstelik oyunculuklar nefis ve  görüntüler de olağanüstü bir güzellikte. "Fırtına geliyor!" ama görünüşte sadece kahramanımız için. Bu kabusları  dışında Curtis, aslında karısı ve küçük sağır kızıyla mutlu bir hayat yaşayan sıradan biri. Gördükleri doğaüstü birer uyarı mı yoksa o da annesi gibi şizofren mi? Ailesini korumak için arka bahçeye bir sığınak kazacak kadar ileri gidiyor ama bir süre sonra, ailesinin asıl kendisinden korunması gerektiğini düşünmeye başlıyor. Açılış sahnesinden itibaren izleyiciyi kilitleyen ve sonunda hiç beklenmedik şekillerde savurup atan o ender filmlerden..."


Fragman:


Tür: Dram, Psikolojik, Gerilim
Yönetmen: Jeff Nichols
Senarist: Jeff Nichols
Oyuncular: Micheal Shannon, Jessica Chastain
Yapım: ABD
Süre: 2 saat

                                                      

5 Mart 2012 Pazartesi

Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra


"Bir şey sunulmuştu bana, bir hediye, bir meyve. Ama ben o meyveden tadamadim, gok erik gibi kaldi avucumda dünya. Şimdi ben uykusuzum, yalın ayağım, kendimle meşgulüm. kapımın önünde boş peynir tenekeleri, yağmur suyu biriktiriyorum. Kendi kendime, 'sanatci tecrübe edinemeyen insandır', diyorum, bu dünyada hiçbir tecrübesi olmayan insandir ama sen simdi karala bunun üstünü, yırt sen bunu, olmadı çünkü, olmadı işte. nafile."

 "Yaşamak için kendiliğinden bir eğilim vardır değil mi? böyle bir eğilim olmalı insanda, değil mi? işte dünden beri bende böyle bir şeyin zerresi yok."

Huzur

26 Ocak 2012 Perşembe

Cennet Sineması / Cinema Paradiso (1988)


Tür: Komedi, Dram, Romantik
Yapım: İtalya, Fransa
Süre: 2 sa. 2dk.
Yönetmen: Giuseppe Tornatore



" Artık ünlü bir yönetmen olmuş Salvatore, 30 yıl sonra bir arkadaşının öldüğü haberi üzerine doğduğu kasabaya geri döner. Kasabaya geldiğinde eski anıları canlanan Salvatore, Cinema Paradiso isimli sinemada projeksiyoncu olarak çalışan Alfred ile ilişkilerini hatırlar. 
Küçük bir çocuk olan Salvatore, günlerini Alfred'in yanında geçirmekte, filmlerle ilgili konuşmakta ve Alfred'in sinema konusunda deneyim ve bilgilerinden yararlanmaktadır. Babacan tavırlarıyla Salvatore'nin hayatında önemli bir yere sahip olacak Alfred sayesinde sinemaya olan aşkını ve tutkusu keşfedecektir. 
Sıcaklığı ve anlattığı yazlık sinema kültürüyle de Türk sinema kültürüne yakın bir noktada duran Giuseppe Tornatore'un başyapıtı Cennet Sineması, 1989 Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü'nü kazanmasının ardından Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı'nı da ülkesine götürmüştü." 



" Toto : Hiç dışarı çıkmadığını ve kimseyle konuşmadığını söylüyorlar. Neden?
 Alfredo : Nasıl olduğunu bilirsin. Er ya da geç bir zaman gelir konuşsan da konuşmasan da hiç bir şey değişmez. Böylece sende çeneni kapatırsın."

“Arkadaşlarımı görünüşlerine, düşmanlarımı zekalarına göre seçerim.”

"Alfredo : Bu yerden çık git artık, içindeyken her şey değişmeyecekmiş gibi geliyor, sonra 1 yıllığına uzak kalıyorsun, her şey değişiyor, sana ait olduğunu düşündüklerin gidiyor. 
Toto: Bunlar kimin sozleri? John Wayne, Humphrey Bogart, Henry Fonda ?
Alfredo: Bunlar kimsenin sözleri değil. Bunlar benim sözlerim… "

"Dünya’yı 2-3 günde yaratan tanrı, iyi iş çıkarmış, ama ben olsam daha uzun sürerdi ve daha güzel yapardım." 




        " Bak, sana bir hikaye anlatacağım Toto. Bir zamanlar krallığın birinde bir kral güzel prenses için ziyafet verir. Kapıda bekleyen asker kralın kızını görür ve bir çırpıda aşık olur. Fakat kralın kızının basit bir kapı görevlisiyle ne işi olabilir? En sonunda asker prensese ulaşır ve artık onsuz hayatının bir anlamı olmadığını söyler. Prenses askerin aşkından etkilenir. “Eğer balkonumun altında hiç hareket etmeden yüz gün yüz gece            


bekleyebilirsen senin olabilirim.” der. Asker kabul eder ve prensesin balkonun altına gider. Bir gün, iki gün, üç gün, yirmi gün, otuz gün… Her gece prenses dışarı bakar, ama o kımıldamaz bile. Yağmurda, rüzgarda, karda… O hep oradadır. Kuşlar kafasına pisler, arılar sokar, ama o kımıldamaz. Doksanıncı günden sonra taş kesilmiş bir vaziyette gözlerinden akan yaşları zapt edemez. Uyumaya bile dermanı kalmamıştır. Tüm o günlerinde prenses onu camından seyreder. Ve doksan dokuzuncu günün akşamında asker sessizce çekip gider oradan. Bu hikayenin ne anlama geldiğini sorma. Çünkü ben de bilmiyorum. Eğer bir gün anlarsan sen bana söylersin."

16 Ocak 2012 Pazartesi

Kinyas ve Kayra

               Hakan Günday - Kinyas ve Kayra


"Kurtulmaya gelmiyoruz dünyaya. Daha da saplanmak için buradayız. Dibine kadar. Onun için çürüyor bedenlerimiz."  S.65

"Ölüyü gömmek de dostluk, aşk gibi kavramları yalanlayan en büyük doğa geleneği. Ki bu gelenek hayatta kalana unutmayı emrediyor. Unutmak için toprağa gömmeyi. Yoksa kokutuyor cesedi. Çürütüyor gözlerinin önünde artık nefes almayan dostunu, sevgilini..."   S.109

"Dünya yuvarlak değil, dünya bir tarafı yukarıda olan oval bir tepsi. Hepimiz kayıyoruz. Gümüş bir tepsiden düşüp kırılan bardaklarız. Ruhum kararıyor." S.162
"Çamurdan yarattığı insanoğlunun içinde birinin hala çamur olarak kaldığını görmek korkutuyordu yukarıdakileri. Çamur kadar şekilsiz, yararsız, pis bir yaratık istemiyorlardı ayak altında."  S.189

"En kötü kabus bile iyidir hayatın kendisinden."  S.346

"Üzücü bir hikaye. Düşük bütçeli bir  Hint filmi senaryosu. İlk defa dinlediğim bir acı değildi, Anita'nın anlattığı. Yoksulluk ve güzel bir vucut yan yana geldiğinde, dünya hemen hemen her yerinde aynı sonuçlar doğardı. Dünya'nın en eski mesleği fahişelikse, dünyanın en eski hayal kırıklığı da aşktı."  S.399

"İçine ne kadar doldurursa doldursun, yine de hafifti hayat. Çünkü altı deliktir. Delikse ölümdür, bütün kazançlar bu delikten kayıp gider."  S.461

"Hiçbir şey hayatın sonu değildir, hayatın sonu bile hayatın sonu değildir! Çünkü sen ölürsün, başkaları yaşar." S.474

"Mucize değildi dünyanın en aşık adamı ile en aşık olunacak kadınının karşılaşması mucize değildi! Hayattı."  S.483

"Dünya, üzerinde durulamayacak kadar kaygan. Nasıl sallanan bir sandalyenin üzerinde ayakta durmak imkansızsa, dünyada da ayaklarımızın üzerine basmak çok zor. Ancak yere yatarsak düşmeme şansımız var."  S.500

"Mutsuzluğun nedeni başarısızlıktan gelmemeliydi, hele hayal kırıklığı göz yaşlarının nedeni olmamalıydı. Neden insanlar bir türlü anlamıyorlardı hayattan hiçbir şey beklenmemesi gerektiğini."
"Bir mekanda otururken garsonun gelmesi ve kesilmek zorunda kalınmış pek çok konuşmaya dair tespiti güzeldi. Ne ölüm tehditleri, ne  evlenme teklifleri beklemiştir o garsonun masaya geldiği anlarda. Dünyanın  en ölü anlarından biri hakikaten."  


"ÇÜNKÜ BURADA HER ŞEY VAR! HER ŞEY VAR!"





MusicPlaylist
Music Playlist at MixPod.com

12 Ocak 2012 Perşembe

3 Idiots


"Chetan Bhagat'ın "Five Point Someone" kitabından uyarlanmış bir film olan "3 Dangalak", unutulmaz deneyimlerin paylaşıldığı, kendilerini bulmaya çalışan üç arkadaşın eğlenceli hikayesini anlatıyor. Madhavan ve Sharman Joshi tarafından canlandırılan iki arkadaş dünyaya bakış açılarını değiştiren kişi olan başınabuyruk Rancho'nun (Aamir Khan) peşindediler. Kolej günlerini hatırlarlar : Rancho, Pia (Kareena Kapoor) ile olan ilişkisi, ve Boman Irani tarafından canlandırılan gaddar öğretmenleri. Rancho'yu ararken geçen zamanda bir düğünle ve bir cenazeyle uğraşmak zorunda kalırlar."

Tür: Komedi, Dram, Romantik
Yapım: Hindistan
Süre:  2sa. 40 dk.

Fragman


"Arkadaşınız başarısız oluyor, üzülüyorsunuz; arkadaşınız birinci oluyor, daha çok üzülüyorsunuz."

"Başarının peşinden koşmayın, siz kendinizi geliştirdiğinizde emin olursanız başarı ve mutluluk sizi bulacaktır."



9 Ocak 2012 Pazartesi

Bir şeyler...



"Bir gün uyanıp da insanoğlunun yeni ırk, renk ve dine ait olduğunu görseydik, öğlene kadar yeni ön yargılar bulmak zorunda kalırdık."  George Aiken


7 Ocak 2012 Cumartesi

Aylak Adam


"Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerde mi oluyordu?" S.13

"Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen biri değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapılacağı umulur. Ama beş - on dakikada ölüyor. Sokak, sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar,eritiyorlar." S.19 

" - Ne o, yoksa kız mısın?                                                                                              Önce şaştı. "Ah bu kadarı fazla..." içinden yıkıcı, acı verici bir deprem başladı. Dönüp baktı. Şu yakışıklı erkek işte buydu. Artık tanıyordu onu. Şiirlerin, kitaplardan kapma büyük sözlerin yapma süsünden sıyrılmış: beylik yargılarla dolu, bayağı. Böyleleri için en önemlisi kızlıktı. Oysa B.'nin ona vermek istediği şeyin yanında kızlık neydi ki?" S.34

"Kadınların neden evlendiklerini anlayabiliyordum: yalnız kalabilmek için." S.36

"Her zaman, önünden yürüyen kadının yüzünü görmeden, güzel olup olmadığını karşıdan gelen erkeklerin gözlerinden anlardı." S.50

 "Dayan yiye yiye bu şehirde yaşamayı öğrenecekti. Hep tetikte olacaktı. Yasaktı dalgınlık. Daldı mı, büyük şehir insanı kornalar, çanlar. küfürler. gıcırtılar, çarpmalarla kendine getiriyordu." S.63

 "Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü. Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı." S.71

"Nasıl kolayca söyleyiveriyorlar bunu. Sevmek!Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba. Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi ayrı dili konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu?" S.73

"Eskiden, aralarındaki suskunluk uzadıkça bir şeyler bulup söylemek gereğinin verdiği tedirginliği duymadı." S.80

"Dünya'da gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu." S.97

"Ya insanlar? Onların yaşamasında her şey ayrıntı. Önemli olan yemek yemek değil, yenecek yemeğin çeşididir;  giysi değil, giysinin çeşididir. Günlerin adı bile... Belli günlerde belli yaşamaları vardır." S102 
"Belki de insanlar kendi kendilerini düşünmek, hayaller kurmak için yeteri kadar yalnız kalamadıklarından anlayışsız oluyorlardı." S.106

"İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim, olmak istedikleri, olamadıkları kişiyi anlatırlar." S.126

"Gerçek olan içimdeki bu boşluk mu? Değil! Bir şey var, ama eksile eksile var." S.129

"İnsanlar haksızken daha çok bağırırlar." S.134

"Dünya'da hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz.Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğe tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır." S.150

"Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye omdan bahsetmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı." S.157          




MusicPlaylistView Profile
Create a playlist at MixPod.com

Bolu/Abant

The Help (2011)


"1960larda Jackson, Mississippide geçen "the Help" sosyal kuralları yıkan ve kendilerini tehlikeye atan gizli bir yazı projesi etrafında sıra dışı bir dostluk kuran 3 farklı ve olağanüstü kadının ilişkisini anlatıyor.
 Egenia "Skeeter" Phelan, yeni mezun olmuştur ve bir yazar olarak çalışmaktadır. Jackson, Mississippide birlikte büyüdüğü diğer kızların akine bir kariyer istemekte ve evli arkadaşları ve annesinin değişmeyen şaşkınlığına rağmen evliliği ve çocukları ertelemek konusunda çok kararlıdır.Yerel gazetede Bayan Myranın temizlikte püf noktaları işini alınca en iyi arkadaşının hizmetçisi Abileen dan yardım ister ve kendini New York daki bir kitap editörünün zoruyla gizli bir projeye başlarken bulur. Ortaya çıkardığı dokunaklı hikayelerden ilham alır.
 Çok dokunaklı, mizah, umut ve duygu dolu "the Help" değişimi yaratma yeteneğini işleyen zamansız ve evrensel bir hikayedir. Film, benzersiz tarzlarıyla zafer kazanan ve kendi hayatlarının kahramanı olan bağ kurulabilen, komik ve cesur karakterleriyle hem ilham hem de güç verir."

                                  Fragman:

Yönetmen : Tate Taylor
Senarist: Tate Taylor, Kathryn Stockett
Oyuncular: Emma Stone, Viola Davis, Bryce Dallas Howard
Tür: Dram
Süre: 2 saat 26 dk.


"Ben olmanın nasıl bir şey oldu olduğunu kimse sormamıştı bana. Bu konuda gerçekleri anlattığım an özgür kaldığımı hissettim." Abileen

4 Ocak 2012 Çarşamba

Sevmek Zamanı..


Metin Erksan/Sevmek Zamanı
(1965)



"Sen dostlukların, aşkların kolay kurulduğunu mu sanıyorsun, kolay mı sürdürüldüğünü sanıyorsun? Resmin ile aramda ne kadar uzun zamanlar geçti. İlk karşılaştığımızı dün gibi hatırlarım. Birden bana iyilikle, sevgiyle bakan bir yüz gördüm. Elbiselerim eskiydi, kirliydim, sakallarım uzamıştı. İnanamadım... O insanca bakışı bir daha göremem diye bir daha resme bakmaktan korkuyordum. İkinci kere zorlukla baktım resmine gene iyilik, gece sevgi vardı gözlerinde." Halil










Meral: Dostluğu aşan ilişkilerden neden kaçıyorsun?
Halil: Bu sözünle aşık olmayı kastediyorsan, dostluğu bu dünyada hiç bir şey aşamaz.
 

3 Ocak 2012 Salı

Hayal Et...

John Lennon - Imagine


Imagine there's no heaven, 
It's easy if you try, 
No hell below us, 
Above us only sky, 
Imagine all the people 
living for today... 

Imagine there's no countries, 
It isnt hard to do, 
Nothing to kill or die for, 
No religion too, 
Imagine all the people 
living life in peace... 

Imagine no possesions, 
I wonder if you can, 
No need for greed or hunger, 
A brotherhood of man, 
imagine all the people 
Sharing all the world... 

You may say Im a dreamer, 
but Im not the only one, 
I hope some day you'll join us, 
And the world will live as one 

Hayal et cennetin olmadığını
Denersen bu kolay
Altımızda cehennem yok
Üstümüzde sadece gökyüzü
Hayal et bütün insanların bugün için yaşadığını

Hayal et ülkeler olmasa
Bunu yapmak zor değil
Uğruna ölücek ve ya öldürülücek bir şey yok
Hayal et bütün insanların
Barış içinde yaşadığını

Bana bir hayalci diyebilirsin
Ama ben tek değilim
Umarım bir gün sende bize katılırsın
Ve dünya tek vucüt yaşar

Hayal et mal mülk olmasa
Bunu yapabilir misin merak ediyorum
Açlığa ve aç gözlüleğe gerek yok
İnsanların kardeşliği
Hayal et bütün insanların
Dünyayı paylaştığını

Bana bir hayalci diyebilirsin
Ama ben tek değilim
Umarım bir gün sende bize katılırsın
Ve dünya tek vucüt yaşar



Bande a Part




" Bir dakikalık sessizlik uzun sürebilir. Ancak sessizliğin gerçek dakikası sonsuza dek sürendir."

Ekmek Arası / Charles Bukowki


"Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu, çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma gülme duygusu uyandırıyordu insanda. Başka birinin Gerçeği sizinde gerçeğiniz ise ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir."  S.116

"Kelebeklerin ve arıların arzuladığı bir çiçek olmak varken, sinekleri cezbeden bir bok parçasıydım. Yalnız yaşamak istiyordum, yalnız olunca daha iyi hissediyordum kendimi, daha demiz, ama onlardan kurtulacak kadar zeki değildim. Onlar benim efendilerimdi belki de, şekil değiştirmiş babalarım." S.118
"Sorun seçimlerini hep iki kötü arasında yapmak zorunda kalmandaydı, ve seçimin ne olursa olsun bir parçanı daha kesiyorlardı. Kesecek bir şey kalmayana dek. İnsanların çoğu yirmi beş yaşında mahvolmuştur. Araba süren, yemek yiyen, çocuk sahibi olan, kendilerine en çok benzeyen başkan adayına oy vermek gibi her şeyi yapabilecek en kötü şekilde yapan götlerden oluşmuş bir toplum." S.133

"İlgi duymuyordum.Hiç bir şeye ilgi duymuyordum.Nasıl kaçabileceğime dair fikrim yoktu.Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa.Benim anlamadığım birşeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belkide..mümkündü..sıksık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama..intihar?..tanrım,çaba gerektiriyordu..beş yıl uyumak isterdim ama izin vermezlerdi." S.134

"Herkes sisteme uyup içine girebileceği bir kalıp bulmak zorundaydı. Doktor, avukat, asker, ne olduğu mühim değildi. Kalıbını bulduktan sonra ileriye doğru gitmeye çalışıyordun. Sussex de herhangi biri kadar çaresizdi. Ya bir kalıp bulurdun kendine, ya da açlıktan ölürdün." S.135 

"Önümde uzanan yolu görebiliyordum. Yoksuldum ve yoksul kalacaktım. Para değildi özellikle istediğim. Bilmiyordum ne istediğimi. Hayır, biliyordum. Saklanabileceğim, saklanıp hiçbir şey yapmak zorunda kalmayacağım bir yer istiyordum. Bir şey olma düşüncesi beni korkutmakla kalmıyor, hasta ediyordu." S.148

"Orada oturmuş içerken intihar olasılığını düşündüm, ama tuhaf bir şekilde bedenimden ve varlığımdan hoşnuttum. Ne kadar korkmuş olsalarda benimdiler. Aynaya bakıp sırıttım: gideceksen beraberinde, sekiz ya da on ve ya yirmi kişiyide götür." S.215

"Karyolama oturup kendime bir içki koydum. Kapımı açık bırakmıştım. Şehrin gürültüsüyle beraber ay ışığı sızıyordu odama: müzik dolapları, otomobiller, küfürler, köpek havlamaları, radyolar... Hep beraberdik. Aynı bok çukurunun içindeydik hepimiz. Kaçış Yoktu." S.216





MusicPlaylist
Music Playlist at MixPod.com

Pis Moruk...

Charles Bukowski


                                                                   (1920 - 1994)